0

New York’tan Berlin’e, dünyanın yeme-içme sahnesi en hareketli destinasyonlarında, binlercesi arasında nitelikleriyle dikkat çeken restoranları derledik.

Hazırlayan: Gaye ŞaHin, Zeynep Yosun Akverdi
spindler_berlin spindler_berlin2 spindler_berlin3

Spindler, BERLİN

Avrupa’nın merkezi Berlin’in hızla değişen yeme-içme sahnesinin karakter oyuncularından biri Frank Spindler. On yılı aşkın bir süredir işlettiği kulüp restoran Spindler&Klatt’la Berlin’de eğlence hayatını yönlendiren işletmecinin ünlü kulübü, geniş ve uluslararası bir mutfak sunuyor; yüzlerce misafir aynı anda ağırlıyor; yemekten sonra da gece hayatının dinamosu oluyor.

Ancak Wuppertal’li Frank Spindler değişimi de iyi okuyor. Bu sene ilkbaharda, Spindler&Klatt’ın haricinde Kreuzberg’in Neukölln’e kavuştuğu kanalın hemen kıyısında, Berlin’in belki de en sevimli sokağı PaulLincke-Ufer üzerinde 19’uncu yüzyıldan kalma enfes bir binanın girişinde Spindler’i (spindler-berlin.net) açtı.

Nefis dekorasyonu, Katalan şefiyle son yılların samimi New York restoranlarına benzeyen, mevsimsel, yerel ve ev yapımı birinci sınıf yaratıcı lezzetler sunan Spindler’i hayata geçirirken Frank’in en önemli yoldaşı, hayat arkadaşı moda tasarımcısı Katrolina Preis oldu. Mekâna muhteşem aurasını veren dekorasyonda, Preis’ın imzası var.

Mutfağı, daha önce Berlin’in Michelin yıldızlı adreslerinden Pauly Saal’da sous-chef görevini üstlenen Nicolas Gemin’e emanet olan Spindler’in yapaylıktan uzak, lezzet üzerine kurgulanmış iyi ve kaliteli hayat idealini çok seveceksiniz. Restoranın nefis bahçesinden birkaç adımda ulaşacağınız kanalın keyfini çıkarmayı ihmal etmeyin.

Eleven Madison Park, New York

elevenmadisonpark3

Farklı mutfak geleneklerini modernleştiren ve özellikle Fransız yemeklerine uyguladığı New York dokunuşlarıyla dikkat çeken Eleven Madison Park, New York’un üç Michelin yıldızlı birkaç restoranından biri. Mekân bulunduğu şehrin zengin malzeme avantajını çok iyi kullanıyor ve hemen her zevke uygun, terzi usulü tadım menüleri çıkarabiliyor.

Manhattan manzaralı Kuzey Metropolitan Life binasının giriş katında yer alan Eleven Park Madison, 1920’lerin Art-deco stilini yansıtan bir dekorasyona sahip. 1996 Fleury gibi özel şişelerin yer aldığı seçkilerinden yapacağınız seçimle başlayan tadım, özellikle istiridye ve midye gibi deniz mahsullerine getirdikleri farklı yorumlarla uzun süre akıldan çıkmayacak bir deneyime dönüşüyor. ‘New York’ isimli menüleri, şehri daha iyi anlamaya çalışan turistler için ideal.

Yemeğin başlangıcında ve bitişinde klasik bir New York geleneği olan kurabiye tadımlarına yer verilmiş. Siyah çikolata ve vanilyalı elmalı kurabiye, cheddar peyniriyle servis ediliyor. Tatlı bir aromaya sahip Maine karidesleri, turp ve rezenenin doğal lezzetiyle müthiş bir bütünlük yakalıyor. Ana yemeklerde sunulan balık türlüleri gerçekten ilginç. 140 gün boyunca dinlendirilmiş kaburga biftek ise et menüsünün yıldızlarından.

Bugüne kadar tattığınız en yaşlı et olması muhtemel bu lezzet, yaklaşık beş ay asılı kalıyor. Etin hem görüntü hem de tat bakımından aldığı kıvamı gözlemlemek için bile sipariş vermeye değer. 001 212 889 0905; elevenmadisonpark.com

Restaurante Akelarre, SAN Sebastian

Gastronomi mabedi San Sebastian’ın uğramadan dönülmemesi gereken en önemli duraklarından biri kuşkusuz Akelarre. 1974 yılında açılan ve 2007 yılında üç Michelin yıldızına yükselen Akelarre’ye girdiğinizde ilk dikkati çeken beyaz, kolalı keten örtülerde sunulan zarif yemek takımları oluyor.

akelarre

 

Mekânın dekorasyonu oldukça sade, çünkü sunduğu manzara yeterince nefes kesici. Restoranın dik bir falezin üzerindeki üç cephesi de okyanusa bakıyor. Ünlü şef Pedro Subijana, Şef Juan Mari Arzak ile birlikte bölgede 70’li yıllarda yaşanan hareketlenmenin fitilini ateşleyerek Yeni Bask Mutfağı’nın oluşumunda büyük emek harcamış bir isim. Bölge, sırtını dayadığı Monte Igeldo Dağı ve kucakladığı Atlas Okyanusu’nun nimetleri nedeniyle malzeme açısından son derece şanslı.

Ünlü şef, beraber çalıştığı yaratıcı ekibiyle birlikte farklı tekniklerle yöre malzemelerini harmanlayarak bölge mutfağındaki inovatif gelişmelere katkısını sürdürüyor. Restoranın menüsü mevsimsel olarak üç ayda bir değişiyor. Sekiz adet yemekten oluşan üç çeşit tadım menüsü mevcut. Manzaranın keyfini çıkarabilmek ve için mümkünse öğlen yemeği tercih etmek gerekiyor. 0034 943 31 12 09; akelarre.net

Sobrino de Botin, Madrid

İstanbul gastronomi alanında hızla gelişiyor, büyüyor diyoruz ama açılan pek çok mekân kapısından ikinci kez giremeden kapanıyor. Tanıdığımız esnaflar bir bir kayboluyor. Tanıdık mekânların kıymeti öyle büyüyor ki… Avrupa’da belirli bir başarıyı yakalamış restoranlarla ilgi en özenilecek durumların başında, bulundukları adresten şeflerine, hatta çoğu zaman personellerine kadar pek çok özelliğinin değişmeden kalabilmesi. Bu listenin en üst sıralarına orijinal adıyla Casa Botin’i koymak gerek.

sobrinode_botin

 

Dile kolay tam 300 yılı aşkın bir süre Madrid’in göbeğinde ayakta kalmış restoran, Guinness Rekorlar Kitabı’na göre dünyanın ilk restoranı unvanına ve sertifikasına sahip. İçkisini mutlaka burada yudumladığı söylenen Hemingway’e göre dünyanın sadece ilk değil aynı zamanda en iyi restoranı. Goya’nın ünlü bir ressam olmadan önce Botin’de bulaşıkçılık yaptığı, restoranla ilgili anlatılan onlarca hikayeden yalnızca biri. Kapılarını ilk kez 1725 yılında açmış.

Botin adı ise Fransız kurucusu Jean Botin’den geliyor. Yıllar sonra işleri devralan yeğeni Candido Remis, Casa Botin adını Sobrino de Botin olarak değiştirerek restoranı günümüze kadar ulaştırmış. Sobrino de Botin dört ayrı kattan oluşuyor. Sadece binanın havasını solumak ve tarihî atmosferini yaşamak için bile orada olmaya değer.

Eğer üst katlardaki masalardan birini tercih ederseniz yüz yaşını çoktan aşmış yaşlı odun fırınları görmeniz de mümkün. Turistlerin akın ettiği bir restoran mı? Tabii ki evet. Herkes romanlara bile konu olmuş, dünyanın ilk restoranını görmek istiyor. Ama hem servis hem de geleneksel yemekler şahane. Garsonlar güler yüzlü ve hızlı. Rostolarıyla ünlü mekânın imza lezzetleri cochinillo asado ve cordero asado; yani ağır ateşte pişirilen domuz ve kuzu etleri çok seviliyor. 0034 913 664 217; botin.es

La Mare aux Oiseaux, BRIERE ve Le Jardin des Plumes, GIvERny

Genç, yakışıklı, ünlü ve biraz da uçuk bir şefin yemeklerinden tatmak isterseniz sizi Fransa’ya davet edelim. Eric Guerin’in şehirden uzak kanal bölgesi Briere’de, tek Michelin yıldızlı La Mare aux Oiseaux isimli bir otel restoranı var. Le Jardin des Plumes isimli ikinci restoranı ise ünlü ressam Monet’nin bahçesine de ev sahipliği yapan Giverny’de yer alıyor. Şef, tabaklarında kullandığı ilginç antioksidanlar ve özellikle de kuşlarla tanınıyor.

le_mare_aux_oiseaux le_mare_aux_oiseaux2

 

Kendi bölgesindeki üreticilerle sürekli temas halinde olan Guerin, malzemelerini seçerken yetiştirildikleri yerin nem oranına kadar titizlikle araştırıyor, “Çevremdeki doğal ve sağlığa yararlı ürünleri bulmaya çalışıyorum” diyor. Güvercin ve kaz gibi kuşları kullanmayı çok seven şef, bu hayvanların kendisi için denizi, ormanı ve seyahati ifade ettiklerini söylüyor.

Guerin’in en dikkat çeken özelliklerinden biri de, hazırladığı tabakları tablo gibi kullanması ve hava, su, toprak dengelerini mutlaka gözeterek bu doğrultuda malzemeleri bir araya getirmesi. “Monet’nin tablolarını yaptığı yerde, onun resmine yansıttığı çiçeklerden yapılan doğal balı buluyorum.

Ben de o saf balla çiçekleri tabaklarıma resmediyorum” diyecek kadar sanatçı ruhlu. Guerin, Fransız mutfağının katı kurallarının hâlâ geçerli olduğuna katlıyor ama genç şeflerin son 20 yılda hem içerik hem sunumda çok inovatif işler yaptığına da inanıyor. Kendi mutfağını ise şu sözlerle tanımlıyor: “Nasıl bir ressamın hayatında bazı dönemler olur ve bu tablolarına yansırsa, benim de geçirdiğim dönemler tabaklarıma yansıyor.” mareauxoiseaux.fr, lejardindesplumes.fr

 

 

↑ Back to top